Dillerin Kökenine Kısa Bir Seyahat

Dillerin Kökenine Kısa Bir Seyahat

İlk insan; ilk defa ne zaman, ne şekilde ve ne sebeple konuştu? İşte bu, insanlık tarihinin en üvey sorusu belki de. Bu soruya cevap aramak için nice filozof, filolog, antropolog yelken açtı tarihi akışın tersine doğru, bilinmez.

Merak etmekte yeterince haklı olsak da dillerin kökenin ne zamana dayandığını, aslında bizi en çok heyecanlandıran tüm dillerin bir atası olup olmadığıydı. Tabiri hoşsa kuyuya bir deli, taş atar da biz hiç geri durur muyuz, hayır! Öyleyse, gelin hep beraber dillerin kökenine kısa bir seyahat düzenleyelim.

Dil nedir? Evet, çok ciddiyim: Dil nedir? Rousseau için dil, ulusları birbirinden ayıran bir araç ve bu, fazlasıyla muğlâk bir cevap… Google ile aratmaya değmeyecek kadar bariz bir soru: Dil nedir? Ben söyleyeyim; dil, iletişimi olanaklı kılan her şeydir.

Evet, o derece geniş bir yelpazede görmek gerekir, dili. Dudakların eğilip bükülmesi, dilin ağız içinde dans etmesi, dişlerin şekilden şekle girmesi olarak düşünülen eylem, dil değil konuşmadır. Bu demek oluyor ki dil, konuşma yetisinin de ötesinde bir şey. Mağara resimleri de alındaki çizgiler de Güneş’in hareketleri de serçenin ötüşü de ve hatta şelalenin kükremesi de bir dildir. Her biri kendisi dışındaki dünyaya mesaj vermek için gayret halinde değilse nedir ki?

Bu katmerli, çetrefilli ve bulanık konuyu irdelerken yoldan çıkmak istemeyiz, değil mi? Bu gerçeğe hassasiyet gösterdiğimiz için konu boyunca elimizi sımsıkı tutacak bir düşünüre ihtiyaç duyduk.

Dillerin kökenine “kısa bir seyahat” yapacak olsak da Jean-Jacques Rousseau’dan yardım almayı uygun bulduk. Hatta onun bu hususta kaleme aldığı “Dillerin Kökeni Üstüne Deneme” eserini ilgililere tavsiye etmeyi de bir boyun borcu bilirim. Eğer hazırsak, Rousseau’nun peşine düşme vakti…

Dillerin kökeni denildiği vakit, hiçbir bilim dalı yoktur ki onu tek başına inceleme cüreti göstersin. Disiplinler arasında çalışma gerektiren bir husus olmasına karşın, dillerin kökeni üzerine yapılan çalışmalar her geçen gün daha bir gayretle icra ediliyor. Son zamanlarda arkeoloji ve genetik bilimi dahi bu meşgaleye dâhil oldu denebilir.

Peki, Rousseau; “ilk ses, nasıl ortaya çıktı” sualine nasıl cevap veriyor, dersiniz? Bilen biliyor ki büyük düşünür, doğanın yüceliğine ve bekâretine inanırdı. Ayrıca her türlü derdin doğayla hasbıhal edilerek çözüleceğine de bir anlamda iman ederdi. Öyleyse, onun için ilk ses, doğanın çığlığıydı demek pek tabi doğru olur.

Dillerin kökeni hususuna geri dönersek, büyük düşünür için ilk dil, rastlantısal idi; sonra doğanın çığlığı yani doğadaki sesler ve daha sonra ise mimikler ve en sonunda da bildiğimiz anlamda söylem ortaya çıktı.

Dillerin Kökenine Kısa Bir Seyahat
Dillerin Kökenine Kısa Bir Seyahat

Tüm bu gelişim evrelerinin tereyağından kıl çekercesine sorunsuz gerçekleştiğini sanmak, büyük hata olur: Uzun zaman ama ne kadar uzun bir zaman, meçhul… Ayrıca insanı hayvanlardan ayıran zekâ faktörünün de bu süreçteki yerini vurgulamazsak olmaz, değil mi?

Peki, büyük düşünür nazarında ilk ses ya da dil doğadan esinlenerek peyda oldu, diyelim. Bu önermeyi kabul edersek irdelememiz için karşımıza bir husus çıkar. O da şu: Dil mi toplumu yoksa toplum mu dili meydana getirdi? Fazlasıyla düşündürücü bir soru… 

Peşinen diyelim ki Rousseau’ya göre “dil, toplumu kurdu.” Yine de o, öyle diyor diye yegâne gerçek öyleymiş gibi davranmak, bize yakışmaz. Herkes, zihninin son  sınırları dahilinde bu soruyu sorup dursun kendi kendine ve cevaplamak için kullansın zekâsını keza zeka değil midir ki bizi hayvanlardan ayıran, biricik..?

Leave a Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*
*