Hiç neden dünyanın kurulduğu, nasıl oluştuğu gibi soruları merak ettiniz mi? Muhtemelen birçoğunuz etmişsinizdir. Bu sorulara cevap veren birçok din, teori, bilimsel cevap var. Hangisi kesin doğru belki de asla bilemeyeceğiz. Ancak öznel değerler ve inançlara uygun bakış açılarıyla hayal edebildiğimiz sorular bunlar. Bu sorulara cevap veren teorilerin birinden bahsetmek istiyorum sizlere: Simülasyon teorisi.
İlk defa Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü Nick Bostrom tarafından 2003 yılında yayınlanan bir makaleyle ortaya atılmıştır. Teoride tarihin çok ileri bir noktasındaki “insanüstü” bir uygarlığın teknolojisi sayesinde ortaya çıktığımıza dair üç önerme bulunur. Bunlar:
- İnsanlık çok ileri ve yüksek bir teknolojiye sahip olmadan yok olacaktır.
- Teknolojik olarak en yüksel dereceye ulaşmış medeniyetlerden bir tanesi bile bizim evrimsel geçmişimizi simüle etmekle uğraşmayacaktır.
- Neredeyse kesin bir bilgisayar simülasyonunun içinde yaşıyoruz. (Bostrom, 2003)
Makalenin tamamı incelendiğinde Bostrom’un bu önermeler üzerinden birtakım simülasyon varsayımları yaptığı da görülür. Bunlardan en çok karşımıza çıkanında Bostrom, tüm canlılığı simüle edilmiş beyinler olarak ele alır. Ancak belirtmekte fayda var ki henüz beyinlerin simüle edildiğine dair hiçbir kanıt bulunamamıştır. ‘E bir bulgu yoksa nerede bunun bilimsel yönü?’, sorusuna hemen bir cevap vermek isterim.
Simülasyon teorisi, evrenin kökenine dair bir açıklama yöneltmesinden dolayı bilimin de sınırları içerisine dâhil olmuş olur. Bu sebeple teorinin felsefi anlamda savunmaları olduğu gibi, bilimsel savunmaları da bulunmaktadır.
Simülasyon teorisinin çıkışında insanların hayatta kalabilmek için aletlere ihtiyaç duyması vardır. Ne demek istediğimi biraz daha açmak isterim. İnsan aletleri üretmeye ve gelişmeye başladıktan sonra temel ihtiyaçlarına ulaşması daha kolay olmuştur. Böylece Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde belirttiği gibi daha kendini gerçekleştirme yolundaki düşüncelerle ilgilenmeye başlamıştır.

Temel sorun insanoğlu doğayı ve evreni daima var olan şeylerle etrafındakileri açıklamaya çalışmıştır. Yani insan, evren ve doğadan ilham alarak ve onu taklit ederek bir şeyler bulmuş olmasına rağmen; simülasyon teorisi, yeni bulunan şeyleri taklit ederek evreni tanımlamaya çalışır. İlişkiyi tersinden bakacak şekilde bir yol izler.
Ayrıca simülasyon teorisi değişimi reddeder. Çünkü birinci önermeye göre çok gelişen teknolojiye sahip olan insanlık simülasyon teorisini terk edecek ve dönemin hâkimiyetiyle anlık bir uyum yakalayan başka bir teori bulunacaktır. Buna somut bir örnek vermek istiyorum hemen. Tabi bu bağdaştırmanın benim kişisel yorumum olduğunu da söylemek isterim.
2000 yılında yayınlanan stratejik yaşam simülasyonu video oyunu olan The Sims’i bir düşünün. “Sim” adı verilen sanal insanlarımızı kurgusal bir mahalle içerisine yerleştiriyoruz. Onların günlük aktivitelerini ve davranışlarını kontrol ediyoruz. Bunların yanında kariyerlerini geliştirebiliyoruz, yaşadıkları alanı değiştirebiliyoruz ve diğer Sim’lerle ilişki kurmalarını sağlıyoruz. Aynı zamanda Sim’ler için ev yaratabilir, evi dekor edebilir, kıyafet alabiliriz. Diğer Sim’lerle olan sosyal ilişkilerini de ilerletebiliriz. Sanal bir evrende gerçeklik yaratmaya çalışıyoruz bir nevi.
Gelişmiş teknolojilerimiz ile Sim adını verdiğimiz karakterlere hayat veriyoruz. Ben şahsen düşünmeden edemedim, ya o Sim’ler başka bir evrende İnsan’larsa? Ve biz simülasyon teorisinin birinci önermesine göre kendi simülasyon teorimizi reddederek günümüz hâkimiyetiyle anlık bir uyum yakaladığımızı düşünüyorsak?
Teorideki tezatlıklara rağmen bilinmezliğin getirdiği sorulara güzel bir cevap gibi geliyor bana. Bir de Truman Show var tabii. Jim Carrey’nin oyunculuyla taçlandırılmış müthiş bir film. Kendine biçilmiş bir hayatın içinde yaşayan bir adam. Sonunda farkına varıyor her şeyin. Özgürlüğüne kavuşuyor. Kim bilir? Belki biz de bir gün Truman Show’daki Truman gibi bize ‘yaşatılan’ gerçekliği fark ederiz. Ya da yaşadığımızı farkına varır kendi gerçekliğimizi yaratır, bizi hapseden kalıplaşmış yargılardan soyutlanırız.
REFERANSLAR
Bostrom, N. 2003, “Are you living in a computer simulation?”, Philosophical Quarterly, vol. 53, no. 211, pp. 243‐255.